☺.::.CHOLETTURC.::.☺
  Mevlana
 

mvlana-a.gif



Mevlânâ Celâledddin-i Rumi



Sufizmin önemli isimlerinden, Fars şair ve ilahiyatçı.
Doğumu
1207
Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan yöresinde, Belh şehri.
Ölümü
17 Aralık 1273
Konya

Mevlânâ Celaleddin-i Rumi (d. 1207 - ö. 1273), İslâmtasavvuf dünyasında tanınmış bir Fars şair, düşünce adamı ve Mevlevi yolunun öncüsüdür. ve

Mevlânâ Celaleddin-i Rumi (Rumi adı, Anadolu'ya yerleşip orada yaşadığı için (o dönemde Anadolu'ya Diyarı-ı Rum deniliyordu); "Efendimiz" manasına gelen Mevlânâ ise, kendisine karşı duyulan büyük saygının belirtisi olarak verilmiştir), dönemin İslamBelh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema (Bilginler Sultanı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin 'in manevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl O'na hizmet etmiştir. kültür merkezlerinden yılında

Konu başlıkları

[]
  • 1 Hayatı
    • 1.1 Babasının ölümüne kadar olan dönem
    • 1.2 Babasının ölümünden sonraki dönem
    • 1.3 Tebrizli Şems
    • 1.4 Selahattin Zerküb
    • 1.5 Hüsamettin Çelebi
  • 2 Felsefesi ve eserleri
    • 2.1 Felsefesi
  • 3 2007 UNESCO Dünya Mevlana Yılı
    • 3.1 Eserleri
  • 4 Kaynak
  • 5 Dış bağlantılar

Hayatı []

Babasının ölümüne kadar olan dönem []

Harzemşah hükümdarları Bahaeddin Veled'in halk üzerindeki etkisinden her zaman tedirgin olmuştu; çünkü o, insanlara son derece iyi davranır, ayrıca onlara her zaman anlayabilecekleri yorumlar getirir, derslerinde kesinlikle felsefe tartışmalarına girmezdi. Söylenceler, Bahaeddin Veled ile Harzemşah hükümdarı Alaeddin Muhammed Tökiş (ya da Tekiş) arasında geçen bir olaydan söz eder: Bahaeddin Veled bir gün dersinde, felsefeye ve felsefecilere şiddetle çatmış, onları İslam dininde var olmayan şeylere (bid'at) uğraşmakla suçlamıştı. Ünlü İslam felsefecisi Fahrettin Razi buna çok kızdı ve onu Muhammed Tökiş'e şikayet etti. Hükümdar, Razi'yi çok sayar ona özel olarak itibar ederdi. Razi'nin uyarıları ve halkın Bahaeddin Veled'e gösterdiği ilgi ve saygı bir araya gelince, kendi yerinden kuşkuya düşen Tökiş, Belh kentinin anahtarlarını ona gönderdi. Bu, benim yerime iktidarı sen kullan, anlamına gelen bir davranıştı. Söylendiğine göre bu davranışı "bir yerde iki sultan olmaz" diye karşılayan Bahaeddin Veled, hemen göç hazırlıklarına başladı, ailesini, kitaplarını, sadık müritlerini yanına alarak ülkeden ayrıldı (1212 ya da 1213).

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/ca/DSC03618.JPG/800px-DSC03618.JPG
Mevlânâ Celaleddin-i Rumî türbesi

Nişapur kentinde ünlü şeyh Feridüttin Attar onları karşıladı. Aralarında önemli konuşmalar geçti. Küçük Celaleddin de bu konuşmaları dinliyordu. Attar, Esrarname (Sırlar Kitabı) adlı ünlü kitabını Celaleddin'e hediye etti ve yanlarından ayrılırken küçük Celaleddin'i kastederek, yanındakilere "bir deniz bir ırmağın ardına düşmüş gidiyor" dedi. Bahaeddin Veled'e de, "umarım yakın bir gelecekte oğlunuz alem halkının gönlüne ateş verecek ve onları yakacaktır" diye bir açıklama yaptı (Mevlânâ Esrarname 'yi her zaman yanında taşımış, Mesnevi'sinde Attar'dan ve onun kıssalarından sık sık söz etmiştir).

Kafile, Bağdat'ta üç gün kaldı; sonra hac için Arabistan'a yöneldi. Hac dönüşü, Şam'dan Anadolu'ya geçti ve Erzincan, Akşehir, Larende'de (günümüzde Karaman) konakladı. Bu konaklama, yedi yıl sürdü. On sekiz yaşına gelmiş olan Celalettin, Semerkandlı Lala Şerafettin'in kızı Gevher Hatun ile evlendi. Oğulları Mehmet Bahaeddin (Sultan Veled) ile Alaeddin Mehmet, Larende'de doğdular. Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat, sonunda Bahaeddin Veled'i ve Celaleddin'i Konya'ya yerleşmeye razı etti. Onları yollarda karşıladı. Altınapa Medresesi'nde konuk etti. Başta hükümdar olmak üzere saray adamları, ordu ileri gelenleri, medreseliler ve halk, Bahaeddin Veled'e büyük bir saygıyla bağlanıyor, müridi oluyordu. Bahaeddin Veled 1231'de Konya'da öldü ve Selçuklu Sarayı'nda gül bahçesi denilen yere defnedildi. Hükümdar yas tutarak bir hafta tahtına oturmadı. Kırk gün, imarethanelerde onun için yemek dağıtıldı.Bu mesneviside böylece sona erdi.

Babasının ölümünden sonraki dönem []

Babasının vasiyeti, sultanın buyruğu ve Bahaeddin'in müritlerinin ısrarlı ricaları sonucu Celaleddin babasının yerine geçti. Bir yıl süreyle dersleri, vaazları ve fetvaları o verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tirmizli Seyhit Burhaneddin Muhakkik ile buluştu. Tirmizli olduğu için Tirmizi diye anılan Burhaneddin, Konya'daki bu buluşmada genç Celaleddin'i o çağda geçerli olan bütün İslam bilim dallarından sınava soktu. ve gösterdiği başarıdan sonra "bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli (gönül ve ruh adamı) idi; sen kal ehlisin (söz adamı). Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi alemi aydınlatabilirsin" dedi (Sultan Veled (Mevlânâ'nın oğlu) ünlü İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında olayı böyle anlatır). Bu uyarıdan sonra, Celaleddin 9 yıl boyunca Burhaneddin Muhakkik Tirmizi'ye müritlik etti, seyr-ü sülük denen tarikat eğitiminden geçti. Halep ve Şamriyazete (her tür perhiz) başladı. Hocası artık Kayseri'ye dönmek istiyor, Celaleddin onu bırakmıyordu. Günün birinde Tirmizi, öğrencisinden habersiz yola çıktı ama yolda atı tökezleyip düşünce ayağı incindi. Dönüp Konya'ya geldi ve Celaleddin'e "neden beni bırakmıyorsun?" diye sordu. O da hocasına "neden gitmek istiyorsun?" dedi. Tirmizi bu soruya şu yanıtı verdi: "Buraya güçlü bir gönül aslanı yöneldi, sana gelecek. Ben de bir din aslanıyım. Biz birbirimizle geçinemeyiz, birbirimize ağır geliriz". Bu açıklamadan sonra Tirmizi, Kayseri'ye gitti ve 1241'de orada öldü. Celaleddin, Konya'ya yönelen o gönül aslanını bir süre bekledi. Ne var ki, hocasını unutamıyordu. Bütün kitaplarını ve ders notlarını topladı. Fihi-Ma Fih (Ne Varsa İçindedir) adlı yapıtındaki açıklamalarında sık sık hocasından alıntılar yaptı. Beş yıl boyunca medrese fıkıh ve dinbilim okuttu, vaiz ve irşatlarını sürdürdü. medreselerinde öğrenimini tamamladı, dönüşte Konya'da hocası Tirmizi'nin gözetiminde art arda üç kez çile çıkarttı,

Mevlânâ Türbesi'nin içerden görünüşü
Mevlânâ Türbesi'nin içerden görünüşü

Tebrizli Şems []

1244'te Konya'nın ünlü Şeker Tacirleri (Şeker Furuşan) hanına baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi: Adı Şemsettin Muhammed TebriziMakalatHz. Muhammed mi büyüktür, yoksa Bayezit Bistami mi?" Mevlânâ yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı: "Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Bayezit'in sözü mü olur?" Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi: "Neden Hz. Muhammed 'kalbim paslanır da bu yüzden Rabbime günde yetmiş kez istiğfar ederim' diyor da , Bayezit 'kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, bedenimin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?" Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı: "Hz. Muhammed her gün yetmiş makam aşıyordu. Her makamın yüceliğine vardığında önceki makam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Bayezit ulaştığı makamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu". Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı. (Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı ümi bir şeyhin müridi idi. Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. Sonradan (Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı. Aradığını Konya'da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesin'ne doğru yola çıktı ve Mevlânâ'yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu: atın dizginlerini tutarak sordu ona: "Ey bilginler bilgini, söyle bana,

Oradan, birlikte, Mevlânâ'nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkub'un hücresine (medresedeki odası) gittiler ve halvet (iki kişilik kesin bir yalnızlık) oldular. Bu halvet süresi hayli uzun oldu (kaynaklar 40 gün ile 6 aydan söz eder). Süre ne olursa olsun, Mevlânâ'nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Konya'nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl uutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems'i ölümle bile tehtid ettiler. Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ'ya Kur'an'dan bir ayet okudu. Ayet, "işte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır" anlamına geliyordu. Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya'yı terk etti (1245).

İstanbul, Büyükçekmece'de bulunan bir Mevlana heykelciği
İstanbul, Büyükçekmece'de bulunan bir Mevlana heykelciği

Tebrizli Şems'in gidişinden son derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems'i aratıyordu. Müritlerin bazıları pişmanlık duyup Mevlânâ'dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems'e büsbütün kızıp kinlenmekteydiler. Sonunda onun Şam'da olduğu öğrenildi. Sultan Veled ve yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems'i alıp getirmek üzere acele Şam'a gittiler. Mevlânâ'nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular. Tebrizli Şems, Sultan Veled'in ricalarını kırmadı. Konya'ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlânâ ile Tebrizli Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi. Dervişler, Mevlânâ 'yı Tebrizli Şems'ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da Mevlânâ'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema ve raksa başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştirip Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi bir küllah giydiği için kızıyordu. Tebrizli Şems'e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ'nın ikinci oğlu Alaeddin Çelebi'de vardı.

Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems "bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek" deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ'nın oğlu Alaeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer). Sultan Veled'in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü.

Mevlânâ Türbesi (Yeşil kubbe)
Mevlânâ Türbesi (Yeşil kubbe)

Selahattin Zerküb []

Bu dönemde Mevlânâ, Tebrizli Şems ile kendi benliğini özldeşleştirme deneyimini yaşıyordu (bu, bazı gazellerin taç beyitinde kendi adını kullanması gerekirken, Tebrizli Şems'in adını kullanmasından da anlaşılmaktadır). Aynı zamanda Mevlânâ o sırada kendine en yakın hemhal olarak (aynı hali paylaşan dost) Selahattin Zerküb'u seçmişti. Tebrizli Şems'in yokluğunu onunla gideriyor. Selahattin Zerküb, Mevlânâ'nın gözünde Şems ile özdeşleşiyordu. Selahattin, erdemli ama okuması yazması olmayan bir kuyumcuydu. Aradan kısa bir zaman geçince, bu kez müritler Tebrizli Şems yerine Selahattin'i hedef edindiler. Ne var ki bu kez Mevlânâ ve Selahattin kendilerine karşı duyulan gergin havaya pek aldırmadılar. Selahattin'in kızı Fatma Hatun ile Sultan Veled evlendirildi.

Mevlânâ ile Selahattin on yıl süreyle bir arada bulundular. Selahattin'i öldürme girişimleri oldu ve bir gün Selahattin Mevlânâ'dan "bu vücut zindanından kurtulmak için izin istediği" rivayeti yayıldı; üç gün sonra da Selahattin öldü (Aralık 1258). Selahattin'in cenazesinin ağlayarak değil, neyler ve kudümler çalınarak, sevinç ve şevk içinde kaldırılmasını vasiyet etmişti. İstediği her şey yapıldı.

Hüsamettin Çelebi []

Selahattin'in ölümünden sonra, yerini Hüsamettin Çelebi aldı. Hüsamettin'in babası, Konya yöresi ahilerinin reisiydi. Onun için, Hüsamettin Ahi Türk oğlu diye anılırdı. Varlıklı bir kişiydi ve Mevlânâ'ya mürit olduktan sonra bütün servetini onun müritleri için harcadı. Beraberlikleri Mevlânâ'nın ölümüne kadar on yıl sürdü. O aynı zamanda Vezir Ziyaettin tekkesinin de şeyhiydi ve böylece iki ayrı makam sahibiydi.

İslam tasavvufunun en önemli ve en büyük yapıtı olan Mesnevi-i Manevi (genellikle yalnız MesneviHadika (Bahçe) adlı kitabını okuyorlar ya Attar'ın İlahiname 'sini, Mantık-ut-Tayr ını (Kuş Dili) okuyorlar. Oysa bizim de eğitici bir kitabımız olsaydı herkes bunu okuyacak ve ilahi gerçekleri ilk elden öğrenecekti." Hüsamettin Çelebi sözünü bitirirken, Mevlânâ sarığının katları arasından bükülmüş bir kağıt uzattı genç dostuna; Mesnevi 'nin ünlü ilk 18 beyti yazılmıştı ve hoca, müridine şöyle diyordu: "Ben başladım, gerisini sen yazarsan ben söylerim." diye anılır) Hüsamettin Çelebi aracılığıyla yazılmıştır. Bir gün birlikte sohbet ederlerken Çelebi bir konudan yakındı ve "müritler", dedi, "tasavvuf yolunda bir şeyler öğrenmek için ya Hakim Senai'nin

Bu çalışma yıllar boyu sürdü. Yapıt, 25.700 beyitten oluşan 6 citlik bir bütündü. Tasavvuf öğretisini birbirinden çıkan ilgi çekici öyküler aracılığıyla anlatıyor, olayları yorumlarken tasavvuf ilkelerini açıklıyordu. Mesnevi bittiği zaman artık epeyce yaşlanmış olan Mevlânâ yorgun düşmüş, ayrıca sağlığı da bozulmuştu. 17 Aralık 1273'te de öldü (ilk eşi Gevher Hatun ölünce, Mevlânâ Konya'da ikinci kez Gera Hatun ile evlenmiş ve ondan Muzafferettin Alim Çelebi adında bir oğlu ve Fatma Melike Hatun adında bir kızı olmuştu. Mevlânâ'nın soyundan gelen Çelebiler, genellikle Sultan Veled'in oğlu Feridun Ulu Arif Çelebi'nin torunlarıdır; Melike Hatun torunlarıysa Mevleviler arasında İnas Çelebi olarak anılır.)

Felsefesi ve eserleri []

Felsefesi []

Divan'ı Kebir 'in bir sayfası
Divan'ı Kebir 'in bir sayfası

Mevlânâ, İslam dinini, şiir, sanat, raks, müzik yoluyla en ince yorumlayankişidir. Bu yorum, İslam ve İslam dışı bütün insanlık tarafından benimsenmiş, esin kaynağı olmuştur. İngiliz doğubilimcisi A.J. Arberry, Mevlânâ'yı "dünyanın en büyük ozanı" olarak nitelerken, Goethe onun etkisinde kalmış, Rembrandt tablosunu yapmış, Muhammed İkbal felsefesini onun düşünceleri üstüne kurmuş, İngiliz doğubilimcisi Nicholson 30 yıl çalışarak Mesnevi yi İngilizceye çevirmiş ve yapıtın Batı dünyasından tanınmasını sağlamıştır. Mevlânâ yüzyıllardır etkisini, canlılığını yitirmeyen bir büyük ozan ve düşünce adamı niteliğini korumaktadır. Kişi, inanç ve düşünce özgürlüğüne olağanüstü bir değer vermesi, bütün insanları (suçlu-suçsuz, mecusi-putperest, kara-sarı, efendi-köle) saygıya ve sevgiye çağırması onun en büyük özelliğidir.

Mevlânâ tam bir vahdet-i vücud (varlık birliği) savunucusudur. Ona göre, her varlık Hak'kın bir ayrı tecellisidir ve yaradılmışlara uygulanan her eylem aslında Yaratan'a uygulanıyor demektir. Onun için, soyut bir Allah sevgisi yerine, somut bir sevgi, yani Hak'kı halkta ve halkı Hak'ta sevmek gerekir.

Mevlânâ biçimci değildi, her türlü kısıtlamanın karşısındaydı. Edep, vefa, sabır, eğitim gibi ahlak kavramlarının gerçek anlamını aramayı ve insanlara bunu öğretmeyi iş edinmişti. Ona göre, asıl konu "insan"dı. Din, felsefe, ahlak, insanı daha mutlu etme yolunda gelişen araçlardı. Bu araçlara takılıp kalmak, gelişmeyi ve gelişme hızını kesecek yanlış davranışlardı. Doğru olan, gerçeğe giden yolu bulmaktı ve bu yol, "aşk" tan geçerdi: Sonsuz bir sevgi. Bu sevgi hoşgörü ve vefa kavramlarıyla desteklenecek, beslenecekti.

Mevlânâ için, sözünü ettiği bu aşk anlatılmaz, yaşanır; yaşayarak öğrenilirdi. Bu nedenle, bir gün kendisine "aşk nedir efendim" diye soran bir öğrencisine "Ben ol da bil" yanıtını verdi.

Mevlânâ'nın ilkelerinden ve İslam inancına getirdiği yorumdan Mevlevi tarikatı doğdu ama Mevlânâ bir tarikat kurucusu değildir. Mevlevilik onun ölümünden sonra oğlu Sultan Veled ile halifesi Hüsamettin Çelebi'nin birlikte hazırladıkları bir örgütlenmeye göre kurulmuştur

2007 UNESCO Dünya Mevlana Yılı[]

Mevlânâ'nın 800.doğum yılı olan 2007 Unesco tarafından dünya Mevlânâ yılı ilan edilmiştir. Bu karar Mozart yılı olan 2006'nın mart ayında alınmıştır.

Eserleri [

  • Mesnevi
  • Divan-ı Kebir (Büyük Divan)
  • Fihi Ma-Fih
  • Mecalis-i Seb'a (Mevlana'nın 7 vaazı)
  • Mektubat (Mektuplar)
  • vikipedi'den alintidir.
    La pensée de Mevlâna

    Après avoir décrit la vie, les oeuvres et les idées de Mevlâna à la lumière de ses écrits, il faut s'attarder à sa personnalité mystique et spirituelle.

    Mevlâna n'est pas un philosophe mais un mystique; cependant, comme le mysticisme est au fond une théorie philosophique, on peut dire que Mevlâna est un "philosophe mystique". Mais c'est aussi un moraliste et un bon psychologue car il connaît profondément les hommes et le peuple qu'il influença grandement. Enfin, c'est aussi un très grand poète.

    Mevlâna contesta les philosophes car ils ne reconnaissent de valeur qu'à la raison. Selon lui, les sentiments doivent être pris en considération. L'homme est toujours amoureux de l'ineffable, et Mevlâna, donnant plus d'importance aux sentiments qu'à la raison, croit qu'on ne peut arriver à l'Etre absolu que par le chemin du coeur et par la synthèse entre le monde extérieur et le monde intérieur. Le monde extérieur ressemble à l'écume de la mer alors que le monde intérieur est la mer infinie elle-même. Elle est invisible et on ne peut la percevoir que par le coeur. Pour Mevlâna, rationaliste dans la vie quotidienne mais sentimental dans la perception des vérités mystiques, le chemin du coeur est l'amour. On ne peut atteindre l'Etre absolu que par l'amour. L'Etre absolu est Dieu, l'amour de Dieu existe partout et tout aboutit à Dieu. Si l'on aime tout pour Dieu et que cet amour aboutit en Dieu, on trouvera Dieu à la fin du chemin. L'essentiel est d'aimer, d'avoir la capacité d'être amoureux. Mevlâna croit que l'âme humaine peut s'unir avec l'infini et s'identifier avec lui en annulant son essence et en suivant le chemin du coeur.

    Dieu est la vérité absolue, la beauté absolue et la lumière absolue. Le mystique qui réussit à abolir son essence en se noyant dans l'extase, peut arriver à la compréhension et à la connaissance. Mevlâna donne beaucoup d'importance au Semâ car le plaisir et l'enthousiasme moralement élevé et purement esthétique qu'il procure éloigne l'homme du monde matériel. Le Semâ est l'esprit universel qui tourne autour de l'esprit comme le papillon tournant autour de la bougie et s'y brûlant les ailes.

    L'univers et l'homme sont un reflet de Dieu. Tout ce qui existe dans l'univers émane d'un seul Etre, Dieu. Toutes les forces et toutes les choses ne sont que les manifestations de Dieu sous des formes diverses. Dans l'Etre, il y a l'Union et Mevlâna considère que toutes les religions ne sont au fond qu'une seule.

    Les principes auxquels Mevlâna attache le plus d'importance, dans le domaine de la morale, sont ceux qui procurent la sérénité pour soi-même et pour son entourage, qui élèvent moralement l'homme, comme la modestie, la patience, la résignation, l'abnégation, la bonté et l'honnêteté. Mevlâna prêchait de ne pas faire de discrimination de couleur, de race, de classe, de richesse et de force, et d'aimer et respecter tous les hommes puisque chaque homme est le reflet de l'Etre absolu. C'est peut-être en cela que réside la différence fondamentale entre son mysticisme et celui des autres mystiques; dans aucune autre religion ou secte, l'amour de l'humanité et l'idée de la tolérance ne sont aussi lucides et aussi purs. Par son appel: "Viens, viens, viens encore", il a appelé toute l'humanité à suivre son chemin, s'imposant le devoir de l'éduquer et de la sublimer.

    Ses oeuvres et la doctrine de son ordre, le Mevlevi, qui ont si profondément influencé la vie artistique et intellectuelle de la nation turque, attestent toute la grandeur de Mevlâna: ce sage, ce philosophe mystique, ce penseur, ce poète, fait partie, par sa richesse, du patrimoine spirituel de l'humanité entière.

    Viens, viens, qui que tu sois,
    viens aussi que tu sois infidèle, idolâtre ou païen,
    notre couvent n'est pas un lieu de désespoir;
    même si cent fois tu es revenu sur ton serment, viens!

     



 
 
   
 
SiteEkle.Web.Tr Bölgeler ve Şehirler ..logo-technitoit Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol